Bu onunla ilk röportajımız. Büyük bir hayran kitlesi var. Ama şimdi ‘Üç Kız Kardeş’le daha da geniş kitlelere ulaşmaya başlıyor. Ciddi görünen bir havası, ağır bir duruşu ve seksi bir ses tonu var. Sohbet ettikçe kendini yavaş yavaş açıyor. Rahat hissedip güvendikçe daha çok anlatıyor. İleride adını daha da sık duyacağımız Gökberk Demirci’yle başlıyoruz sohbete…
* Instagram’da 1 milyonun üzerinde takipçin ve çok sadık bir fan kitlen var. Bu röportajı yapmamız için de uzun zamandır mesajlar geliyordu…
Bana da aynı mesajlar geliyordu Hakan’la röportaj yapsanıza diye.
* Sonunda buluştuk…
Evet. Beni takip edenlerle birbirimize hiç yabancı değiliz gerçekten. Sokakta, televizyondaki bir adama değil, sanki uzun zamandır görmedikleri bir dostlarına yaklaşır gibi yaklaşıyorlar. Bu tavırları beni inanılmaz mutlu ediyor.
* Seni neden bu kadar çok sevdiler? Yakışıklılığından mı, oyunculuğundan mı, canlandırdığın karakterlerden mi?
Sanırım sebebi doğallık. Sosyal çevremizde de öyledir ya, doğal insanlar hoşumuza gider; olduğu gibi, herhangi bir maskenin ardına sığınmayan insanlar…
Ben de o insanlardan biriyim.
* Doğallık dışında kendini üç kelimeyle anlatman gerekse…
İzleyin, pişman olmayacaksınız.
* Sen jön müsün?
Öyle diyorlar, bilmiyorum.
* Hayranların seni yakışıklı ve seksi buluyor. O yüzden jön yakıştırmaları yapılıyor olabilir mi?
Yüzüne bakılmayacak bir adam değilim, o da bana yetiyor. Aynaya baktığımda kendime ‘Hadi hadi, iyisin’ dediğim günleri bilirim. Ama şu an normal hissediyorum. Kısaca kendimi seksi veya çok yakışıklı bulan birisi değilim.
* Ses tonun güzel. Bilerek mi yapıyorsun?
Hoşuma gidiyor beğenilmesi. Sesim hep böyleydi, bilerek yapmıyorum. Hatta arkadaşlarım bana ‘Türk Dil Kurumu’,
‘Şiir okur gibi kızıyorsun’ gibi şeyler derlerdi. İnsan bunu 7 gün 24 saat yapabilir mi bilmiyorum.
* Kadınlarla ilişkilerinde ses tonunu kullandığın, bunun ekmeğini yediğin oldu mu?
Yok, ben hayatta hiçbir şeyin ekmeğini yemedim.
* Kanal D’de yayımlanan ‘Üç Kız Kardeş’ dizisine bu sezonun son 4 bölümünde dahil oldun. Oturmuş bir ekibe girmek daha mı
zor, daha mı kolay?
Çekimlere başlamadan önce sorsan “Çok zor, ne yapacağım, eyvah” derdim. Fakat tüm kalbimle söylüyorum, öyle güzel bir ekibe dahil olmuşum ki kendimi çok şanslı hissediyorum. Asla yalnız, yabancı hissettirmediler. Sanki bir süredir görüşmediğim ve çok özlediğim insanların arasına dahil olmuşum gibi.
Sıkıcı değilim, dinginim
* Diziyi izliyor muydun? Ya da kitabını okumuş muydun?
Birkaç bölüm izlemiştim, çok hoşuma gitmişti. Kitabı da rol gelince okudum, İclal Aydın elleri öpülesi bir kadın, eline emeğine sağlık. Ben çok hızlı kitap okuyamam, arada sıkılır, mola veririm. O kadar güzel yazmış ki bir solukta bitirdim.
* Senin karakterin ‘Kartal’. Nasıl anlatırsın onu?
Bana çok benziyor. O yüzden çok sevdim karakteri.
* Hangi yanları sana benziyor?
Sakin ve huzurluyumdur. Kolay kolay beni mutsuz veya agresif göremezsin. Çok ciddi bir sorun olması lazım ki kötü enerji yayayım.
* Sıkıcı mısın?
Sıkıcı değilim, dinginim. Kendi başıma mutlu olmayı becerebilen biriyim. Kartal’ın da ağır, aniden parlamayan, düşünerek hareket eden bir yapısı var. Kartal’ın hikâyesi gelecek sezonda daha da büyüyecek. Şu an aslında önümüzdeki sezon böyle biriyle olacağız diye tanıttık.
* Reytingi yüksek bir iş, büyük bir kanal. Korkutucu mu?
Bunun hissiyatı korku veya endişeden ziyade mutluluk benim için. Çünkü bu bir nevi yol kat etmekveya başarılı olabilmeye örnek verebileceğim bir durum.
* 10 yıldır oyunculuk yapıyorsun. Bir önceki işin ‘Yemin’, günlük bir diziydi. 4 sezon 554 bölüm sürdü. 5 yıl aynı karakteri canlandırmak oyunculuğu nasıl etkiler?
Her bölümü benim için sanki ilk bölüm gibiydi. Senaryo çok önemli, bölümler birbirini tekrarlamadığı ve insan gerçekten heyecanını yitirmediği sürece 1500 bölüm de sürse işini aynı heyecanla yapıyorsun. Fakat esprili şeyler de oluyordu, bazı sahnelerde lafımız az olurdu, “Gökberk ceketini assan o oynar” derlerdi.
* O yoğunlukta çalışmanın oyunculuğa etkisi nasıl oluyor?
Sonuçta şartların getirdiği kurallar dahilinde mesleğimizi icra ediyoruz. Ama bu gerçekten senaryoyla ilgili bir durum. Kendini tekrar ettiği sürece sen de kendini tekrar ediyorsun. Ama herkes ortak noktada buluştuğu zaman, üzerine ekleye ekleye gidiyorsun. Kendi adıma artılarını çok biriktirdim. ‘Üç Kız Kardeş’ dizisine de idmanlı başladım.
Evim müze gibidir benim, her şey antika
* Takıntıların var mı?
Geç kalmayı da kalınmasını da sevmem. Saçımla oynanmasından nefret ederim, tüylerim diken diken olur.
* Dertlerin neler?
Çok dertli biri değilim, hatta dertsiz yaşamak için elimden geleni yaparım. Asla öfkelenmem, sinirlenmem veya dertten dibe vurmam ama manevi konular, bazen yaşadığım kayıpların hatıraları üzer.
* Sert bir duruşun var. Maço musun?
Öyle görünüyorum ama hiç öyle değilim. Tavır, davranış olarak değil ama hissiyat olarak çocuk gibiyimdir.
* Bir randevuda seni en sinir eden şey nedir?
Patavatsızlık.
* Hiç aldattın mı. aldatıldın mı?
Hayır, çok net, hiç aldatmadım! Ben onu yapamam, ayrılırım. Aldatılmış olabilirim, bilmiyorum.
* Oyunculuk dışındaki en büyük tutkun…
Spor, antika ve hayvanlar, her türünü ayırt etmeksizin çok seviyorum.
* Stalk’lar mısın? En son kimin hesabına gizlice baktın?
Kolay kolay stalk’lamam çünkü hiç merak etmem.Telefonuma birlikte bakalım en son hangi hesaplara bakmışım (Birlikte bakıyoruz, hep antika şirketlerinin hesaplarına bakmış).
* Evde antika köşesi falan mı var?
Evim müze gibidir, koltuklarımız ve televizyonumuz hariçher şey antika. Kahve fincanım bile muhtemelen 140 yıllık. İçtiğiniz kahvenin tadını bile değiştiriyor. Tavsiye ederim, çok değişik bir dünya.
Kapı açıldı, karşımda Türkan Şoray vardı
* Geçmişe dönsek… Nasıl başlıyor hikâyen?
Aslen Adanalıyım ama İzmit’te doğdum. Annem ev hanımıydı, babam askerdi; denizci, asker çocuğuyum.
* Kaç kardeştiniz?
İki kardeştik, ben tek kaldım. 18 yaşında motosiklet kazasında vefat etti kardeşim.
* Başın sağ olsun. Bu kayıp seni nasıl etkiledi, dönüştürdü?
Daha fazla düşünerek hareket etmeye başlıyorsun. Sadece kendi isteklerim doğrultusunda hareket etmemem gerekiyormuş, çünkü üzmemem gereken insanlar var, bencilce davranmamam lazım…Hayat böyle bilinçlendiriyor. Muhtemelen dinginliğim de bu yüzden. Daha sakinleştim, bilmiyorum, heyecanım yoktur benim mesela… Biraz erken yaşadım birçok şeyi; şimdi, iş, ev ve köpeğim…
* Peki, nasıl bir çocukluktu?
Çok eğlenceliydi. Değirmendere diye küçücük bir sahil kasabasında büyüdük. Çocukluğumuzda sokaklardaydık. Saatimiz yoktu. Biri bıçaklar mı, kaçırır mı tedirginliklerimiz yoktu. Küçük bir yerde büyümenin tek zorluğu, yalan söyleyememek. İki adım sonra karşılaşıyorsun, yakalıyorlar.
* Oyunculuk nereden çıktı?
Ben alaylıyım, oyunculuk da tamamen şans eseri başladı. Bir arkadaşım İzmit’te çekilen bir dönem işinde sette çalışıyordu. Bir gün onu ziyarete gittim. Orada biri gelip “Oynamak ister misiniz” dedi. Elime bir kâğıt verdiler, “Hoşunuza giderse sizi giydirelim” dediler. Arkadaşım da bayağı fırlamadır… Onun bir şakası sanıp “Tamam” dedim.
Giydirip “Birazdan sizi alacaklar” dediler.
Ben de kapı açılacak, arkadaşım çıkacak diye bekliyorum. Kapı açıldı, karşımda Türkan Şoray vardı. Kalakaldım, adımı sorsa cevap veremezdim. Orada başladı her şey.
* Ne zaman bu iş mesleğim olur dedin?
Bir süre tam olarak idrak edemedim. Sonra ‘Adını Sen Koy’ diye bir diziye dahil oldum, baktım bayağı bayağı iş yapıyoruz, para kazanıyoruz… “Ben bunu yapacağım” dedim.
* Hiç pişman oldun mu?
Yok, çok mutluyum, biraz da aidiyetçiyim zaten. Ama sıkıcı değilim (gülüyor).
* Oyunculuğun sendeki karşılığı ne?
Oyunculuk insana kendini bulutların üzerinde hissettiriyor. İnsanların sokakta içten kucaklaması bambaşka, tek kelimeyle mutluluk diyebilirim.
Biz daha tanışmadan küsmüştük
* Sevgilin Özge Yağız da popüler bir oyuncu. El ele pozlar verip manşetlere çıkabilecekken daha göze sokmadan ilişkinizi yaşıyorsunuz. Bu bilinçli bir tercih mi?
İnan, bilinçli bir şey değil. Aslında herkesin gittiği yerlere gideriz, gezeriz, köpeğimizi gezdiririz, denk gelmiyor sanırım. Sadece insanların gözüne sokarcasına bir hamlemiz olmadı.
* 4 senedir birliktesiniz. Aynı dizide oynarken tanıştınız. Dizilerden doğan aşkları sık görüyoruz. Birlikte rol alınca aşk da peşinden gelebilen bir şey olabiliyor mu?
Bazı dizi aşkları gerçek olabiliyor ama ben öyle bakmıyorum. Bu tamamen enerji, elektrik durumu. Mıknatıs gibi…
* O halde seni mıknatıs gibi çeken neydi Özge’de?
Bu tarz duyguları kelimelere kolay dökebilen biri değilim. Tarif edemem…
* İlk görüşte aşk mıydı, zamanla mı?
Çok güzel, bir arkadaşlıkla başladı. Ama biz daha tanışmadan küsmüştük aslında.
* Neden?
Sete yeni gelmişti Özge, “Hoş geldin” diye elimi kaldırdım, o başka yere baktı. benim elim havada kaldı. Sonra karavanda denk geldik, “Küsüm ben sana” falan dedim. Ardından muhabbetimiz, arkadaşlığımız başladı. Sonra da ilişkimiz….
* Geçen sene bir ayrılık yaşadınız. O dönem ikinizin de sosyal medyasında çok ağır yorumlar vardı. Nasıl başa çıktın?
Çok daha önemli şeylerle başa çıktım ben, bunlar düşünebileceğim konular bile değil aslında. Sadece çok üzülüyorum,
o insanları öyle düşündüren zihniyeti ya daöyle şeyler yazmaya teşvik eden mekanizmayı çok merak ediyorum. Nasıl bu kadar acımasız olabilir ki insan?
* Çok daha önemli şeylerle başa çıktım dedin…
Evet, mesela kayıplarım oldu… 10 yıl önce kardeşimi, 3 yıl önce annemi kaybettim. Annem vefat ettikten bir hafta sonra sete çıktım. Afalladım… ‘Ne yapacağım’ diye düşünmem gerekirken bir anda kendimi rol yaparken buldum. Ama bazı insanlar duygularını o kadar kaybetmiş ki, anneme bile dil uzatıldı, “Annenin kemikleri ters dönmüştür şimdi mezarında” denildi.
* Bunlar sakin kalmayı mı öğretti sana?
Evet, o yüzden şimdi tamamen nötrüm. Sinirlenmiyorum da nefret de etmiyorum, yok gibi benim için bazı şeyler.