Fazilet Şenol / Milliyet.com.tr – İstanbul’un tarih öncesini aydınlatmak için 10 yıl önce Avcılar Küçükçekmece Gölü kıyısında başlayan Bathonea kazısı, 2008 ve 2009 yıllarında dünyanın en büyük arkeolojik keşifleri listesine girdi. Kazılarda Vikinglere ait haçlar, oyun taşları, Viking bölgesinden çıkmış özel amberler bulundu. Çıkan kalıntılar ise Vikingler ile ilgili bildiklerimizi sorgulatacak cinsten. Vikingleri filmlerde, çizgi film ve romanlarda hep teknelere binmiş, savaşa giden, yağmacı güçlü bir erkek toplum olarak görüyoruz. Ancak Bothanea’da çıkan kalıntılara göre bu durum gerçeği yansıtmıyor. Doç. Dr. Selahattin Özkan, Vikinglerin de normal bir yaşam sürdüğünü, kentleri ve köyleri olduğunu dile getirdi. Özkan, Vikinglerin bir dönem İstanbul’da bulunduklarının da altını çizdi.
OLUŞAN ÖN YARGILARIN SEBEBİ…
Peki Vikingler’i neden savaşçı ve yağmacı bir toplum olarak görüyoruz? Bu soruya Doç. Dr. Selahattin Özkan, “Bunun iki sebebi var” diyerek cevap verdi. Öncelikle Vikinglerin, onları anlatanların gözünde yabancı bir topluluk olduğunun altını çizen Doç. Dr. Özkan, Vikinglere dair en eski anlatıların sahiplerinin modern iletişim araçlarına sahip olmadıklarına da vurgu yaptı. Bu durumu, “Bir Anglo-Sakson ya da Bizans köylüsü olduğunuzu düşünün. Köyünüzde yaşıyorsunuz. Bir yabancı istilacı güç geliyor, size saldırıyor ve geri dönüyor. Tabii siz bunu anlatırken, aktarırken, destanlaştırırken, ‘Şu tarihte bana şöyle bir kitle saldırdı ve böyle mağdur oldum’ diyorsunuz” şeklinde özetledi ve Vikinglere dair oluşan ön yargıların böylece ortaya çıktığını söyledi.
‘BAŞKA BİR TARAFI VAR’
“Onların yabancı görülen yaşam biçimlerini araştırdığımız ve kendilerini nasıl gördüklerini anlamaya çalıştığımızda hikâyenin bir de öteki tarafını görüyoruz” diyen Doç. Dr. Özkan, Vikinglerin Avrupa’nın çeşitli yerlerine, günümüzde Northumbria, Normandiya ya da Konstantinopolis’e yağma yaptıklarını söyledi. Doç. Dr. Özkan, “Ancak onların bakış açısıyla yağma başka bir şey. Öykünün başka bir tarafı da var“ diyerek, her kültürü kendi normları içinde değerlendirmek gerektiğine ve Vikinglerin kültüründe yağma faaliyetinin normal bir yaşam biçimi, bir ‘ticari faaliyet’ kapsamı içinde olduğuna vurgu yaptı.
‘ONLAR İÇİN SIRADAN BİR DAVRANIŞ’
Vikinglerin normal hayatlarında çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan insanlar olduklarını, yağma sezonu başlayınca (Mayıs-Haziran gibi buzulların erimeye başlaması ve nehirlerin ulaşıma açılması) köyünden kalkıp en yakındaki yabancı topluma gittiklerini belirten Doç. Dr. Özkan, bunun kimi zaman bir Slav köyü, kimi zaman bir Anglo-Sakson köyü, kimi zaman da bir Bizans yerleşimi olabileceğinin altını çizdi. Bu durumun Vikingler için vaka-i adliyeden, sıradan bir davranış olduğunu da ekledi. Doç. Dr. Özkan, “Yabancının malına gasp, onlar için hayatın olağan akışına uygun. Bu tabii onların dışarıdan ‘barbar’ ve ‘vahşi’ olarak adlandırılmasına sebep oluyor” diye konuştu.
‘ORTA ÇAĞIN GENEL KÜLTÜRÜNE BAKMAK LAZIM’
Peki. Vikingler yağmayı neden normal görüyorlardı? Bu soruya Doç. Dr. Selahattin Özkan, “Orta Çağ’ın genel kültürüne bir bakmak lazım. Şu an Avrupa’ya baktığımızda medeniyet ve üstün değerler manzumesi görüyoruz. Ancak Orta Çağ’a baktığımızda siyasal ve ekonomik hayat bilek gücü hakimiyetine dayanıyor” diyerek cevap verdi. Orta Çağ Avrupası’nda geçerli değerin bilek gücü olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Özkan, şövalye edebiyatının da dayandığı şeyin Orta Çağ’ın bilek gücüne bağlı sosyo-ekonomik yapısı olduğunu söyledi. “Bu durum Orta Çağ’da yaşayan tüm halklar için ortaktır. İster Doğu Romalı, ister Türk, ister Frank olsun, ister Anglo-Sakson olsun hepsinde bu durum aynıdır” diyen Doç. Dr. Özkan, Vikinglerin ‘barbar’ yaşam faaliyetini de yadırgamamak gerektiği, esasında bu dönemde tüm Avrupa’nın aynı şekilde olduğu görüşünde.
‘BU GELEN BARBARLARI TANIYALIM’
“Bu yağma sezonu her sene tekrarlandığı için Vikinglerin geliş takvimi, yağma mevsimi olarak işaretlenmiş” diyen Doç. Dr. Özkan, “Böylelikle zamanla yağmacı ile mağdur arasında bir etkileşim de oluştu. Her sene gelen bu yağmacı güçle konuşalım, onların istediği haracı verelim ve kurtulalım anlayışı gelişmiş” ifadelerini kullandı. Daha sonrasında birbirleri hakkındaki kötücül düşüncelerinin yumuşamaya başladığını belirten Doç. Dr. Özkan, böylece yağmaya uğrayan halkın, “Bu gelen ‘barbar’ları tanıyalım, onlara kültürümüzü ve inancımızı anlatalım, onları da bizden yapalım ki bize saldırmasınlar” diyerek hareket ettiklerini de ekledi. İskandinavya dışında ilk Viking kolonilerinin de böylece kurulmaya başlamış olduğunu söyleyen Doç. Dr. Özkan, “Paris’te, York’ta ve muhtemelen İstanbul’da kurulan koloniler bir yandan Vikinglerin zenginliğe yakın olmak isteğiyle, bir yandan da yerleşik kültürlerin Vikingleri ehlileştirme ve yerleştirme istekleriyle, arzularıyla açıklanmaktadır” diye konuştu.
‘SADECE SAVAŞMAYA DEĞİL…’
Doç. Dr. Selahattin Özkan, ‘saga’ olarak isimlendirilen Viking destanlarında Vikinglerin Bizans’a sadece yağma için değil yerleşmeye, tanımaya, gezmeye, ticari faaliyet yapmaya, dinsel hayatı öğrenmeye ve bu kentte yaşamaya geldiklerinin de görüldüğünü belirtti. Bu durumu, “Vikingler İstanbul’a geliyor ve yerleşiyor. Arkeolojik kanıtlar her geçen gün destanlardaki anlatıları destekliyor. Konstantinapolis’te sadece askeri bir faaliyet değil ekonomik, dini ve kültürel faaliyetlerde de bulunuyorlar” diyerek konuşan Doç. Dr. Özkan, henüz tam olarak yeri tespit edilememiş olsa da arkeolojik kazıların yeni kapılar açacağı, Bathonea’daki kazıların da bunun sinyalini verdiği kanaatinde.
‘SADECE BARBAR YAĞMACILARDAN VE SAVAŞÇI KABİLELERDEN OLUŞMUYOR’
Vikingler askeri güçleri ve savaşçı kabiliyetleri olan bir toplum. Vikingler deyince akla gelen ilk sima iri yarı, ellerinde balta olan adamlar. Bu gerçeği karşılıyor mu? Doç. Dr. Selahattin Özkan bu duruma, sözgelimi Viking anlatılarından birisi olan ‘Laxdæla Saga’ isimli destanla örnek verdi. Doç. Dr. Özkan, bu destana göre Viking gezginlerinin, yanlarında ozanlarıyla İstanbul’a kadar geldiklerini ve bu destanda öyküsü aktarılan yarı efsanevi Bolli Þorleiksson isimli karakterin gezdiği yerlerdeki gördükleri ve yaşadıkları maceraları kaleme aldıklarını belirtti. “İstanbul’a gelen bu karakter, adı verilmeyen bir ozanla İstanbul’a geliyor, ana yurduna dönmeden önce burada belirli bir süre kalıyor. Bu destandan da açıkça anlaşılacağı gibi İstanbul’a gelenler sadece imparatorluk hizmetine girmek isteyen savaşçı Vikingler değildir” diyen Doç. Dr. Özkan, ozanlarının, gezginlerinin ve tüccarlarının da İstanbul’a geldiğini ve yaşamış olduğunu, Viking toplumunun sadece barbar yağmacılardan, savaşçı kabilelerden oluşmadığının unutulmaması gerektiğini söyledi. Nihayetinde ‘barbar’ olarak görülen Viking toplumunda kültürel bir birikimin de söz konusu olduğunun üzerinde duran Doç. Dr. Özkan, “Tamamıyla savaşçıdan bahsetmiyoruz. Edebi beğenileri kadar sanatsal üretimleri de üstün zevklerini göstermektedir” ifadelerini kullandı.
Doç. Dr. Selahattin Özkan, “Ne yazık ki elimizdeki yarı-efsanevi tarihi destanlarda ve Hristiyanlaşmadan sonra kaleme aldıkları tarihi metinlerde İstanbul’da nerede yaşadıklarına dair doğrudan bir işaretleme yapmıyorlar. ‘Şu bölgede kalıyorduk’ diye bir isimlendirme görmüyoruz. Ancak en azından şunu söyleyebiliriz: Bu insanlar İstanbul’da belirli bir süre kaldılar. Bunu bir gün ispatlayacağız. Bu bölgede bir yerleşim merkezinin olması lazım. Çünkü bu kente kendi dillerinde bir önem atfetmişler, buraya kendi dillerinde “büyük kent’ anlamına gelen miklagarðr demişler” ifadelerini kullandı.
‘GÖTÜRDÜKLERİ ARASINDA HRİSTİYANLIK DA VAR’
Vikinglerin İstanbul’da uzun süre kaldıklarını ve önemli prenslerinin bu kentte vareng muhafızı olarak imparatora doğrudan hizmette bulunduğunu belirten Doç. Dr. Özkan, “Onlar için İstanbul her zaman ulaşılması gereken önemli bir hedef oldu” dedi. İstanbul’dan götürdükleri arasında Hristiyanlık dininin de olduğunu belirten Doç. Dr. Özkan, “Vikinglerin Hristiyanlaşmasının Konstantinapolis’te başlamış olması gerekir. Çünkü çok erken dönemde buraya geliyorlar. Varenglere dair başucu eseri kabul ettiğimiz çalışmayı yapan ünlü tarihçi Sigfús Blöndal’a göre, İstanbul’daki Viking varlığı VII. Konstantinos’tan başlayıp kentin Latinler tarafından yağmalandığı 1204’e kadar uzanmaktadır. İki yüzyılı aşan bir toplumsal varlığın bu kentte hiç iz bırakmadığını söylemek yanlış olacaktır. Sadece gelip seyahat edip dönmek ya da bir yere giderken üzerinden geçmek için değil, doğrudan bu kentte yaşamak için buraya geldiler” diyerek, bir gün arkeolojik verilerin bu durumu önümüze sunacağı konusunun da üzerinde durdu.
Doç. Dr. Özkan, “Onların Hristiyanlığı da buradan edindiklerini, öğrendiklerini ve ülkelerine götürdüklerini de arkeolojik anlamda kanıtlamış olacağız . Bu kazıları çok önemsiyorum. Bu kazıların Viking tarihi açısından ne kadar önemli olduğunu özellikle belirtmeliyim” diyerek sözlerini sonlandırdı.